Medet! Medet! bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel celâlileri aldı Mustafa Han'ı
Tolundu mihr-i cemâli, bozuldu erkânı
Vebale koydular al ile Al- Osman'ı
Bunun gibi işi kim gördü, kim işitti aceb
Ki oğluna kıya bir Server-i Ömer-meşreb?
Getirdi arkasını yere Zâl-i devr-i zaman
Vücuduna sitem-i Rüstem ile erdi zeban
Döküldü gözyaşı yıldızları, çoğaldı figaan
Dem-i memâtı Kıyamet gününden oldu nişan.
Griv-i nâle vü zâr ile doldu kevn-ü mekân
Akarsu gibi müdânı ağlamakta pir ü cevân
O cân-ı âdemi yân oldu hâk ile yeksan
Diri kala ne revadır fesâd eden şeytân?
Nesim-i subh gibi yerde koyma âbımızı
Hakaret eylediler nesl-i Pâdişâhımızı.
TAŞLICALI YAHYA
BU CİHANIN YIKILDI BİR YANI
16- asrın, Fuzuli'den sonra en büyük mesnevi şairi sayılan (Hamse- 5 mesnevi sahibi) Taşlıcalı Yahya Bey'in bu heybetli mersiye'sini (ağıt) her okuyuşta ürpermişimdir. Kanuni Sultan Süleyman'ın maalesef "karılar sözüne uyarak" boğdurttuğu, büyük şehzadesi ve veliahdı Mustafa Han için yazılmış olan bu ağıl, belki samimiliği ve bir faciaya yaslanan heybeti bakımından, edebiyatımızın en kudretli mersiyesidir.
Kanuni'nin yaşlılık zamanında, Hürrem Sultan'ın ihtiras dolapları ile yürütülen "Kadınlar Saltanatı" çağının başlangıcında olan bu aldanışa dayalı evlât katli trajedisini ebedileştiren şiiri, kaç zamandır sizlere tanıtmayı düşünürdüm.
Şunu belirteyim ki, Şehzade Mustafa'nın katli, Batılıların "La Rossa" yahut "Roxelana" dedikleri Hürrem Sultan'ın saray entrikaları ve Rüstem Paşa'nın hileci, rüşvetçi şahsiyeti Osmanlı tarihinin edebiyata en çok yansımış bir devri sayılabilir. Bu tesirli Mersiye'den başka, Abdulhak Hamid'in "Kanuni'nin Vicdan Azabı" adlı (henüz yayımlanmamış) piyesi ve Hürrem Sultan üzerine birçok romanlar, hikâyeler, tiyatro eserleri yazılmıştır.
Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinde, Kanuni'yi aldatmak suretiyle, Hürrem Sultan'la birlikte başrolü oynayan Hırvat Rüstem Paşa'nın karanlık şahsiyeti hakkında geniş bilgi için ise, İsmail Hami Danişmend'in "Osmanlı Tarihi Kronolojisi" (Türkiye Yayınevi, İst.) ile Mustafa Müftüoğlu'nun "YÜZ KÜÇÜK ADAM" adlı eserleri okunabilir.
Şehzade Mustafa'nın acıklı vakası kısaca şöyledir:
Kanuni 60 yaşında bulunduğu sıralarda, hayatta dört oğlu ile bir kızı bulunuyordu. Oğullarının en büyüğü, Kanuni'nin Hürrem'den önceki gözdesi Gülbahar Sultan'dan (Mahidevran Sultan) olan Şehzade Mustafa idi. Diğer oğullan Selim, Bayezid ve Cihangir ile kızı Mihrimah ise, Hürrem'in çocukları idiler. Hürrem, ne pahasına olursa ol$un, büyük oğlu Şehzade Selim'i (Sonradan E. Selim adiyle tahta geçmiştir.) Padişah yapmak istiyordu. Oysa devletin bekasını düşünen Kanuni Süleyman, büyük oğlu (Gülbahar'dan olma) Mustafa'yı çok değerli, cesur, tecrübeli buluyor, kendisine veliahd olarak yetiştiriyordu. Mustafa Han, o sırada Amasya vahşiydi.
Ne var ki, Ukraynalı bir papazın tazı olan Slav güzeli Hürrem Sultan, hele "makbul" vezir İbrahim Paşa'nın katlinden sonra, yaşlı Kanuni'yi, işvesi ve zekâsı ile büsbütün avucunun içine almıştı. Rakibi Gülbahar Sultan'ı Manisa'ya sürgün ettirmeyi bile başardıktan sonra, Topkapı Sarayında bir "taçsız kraliçe" gibi davranıyordu.
Çok geçmeden kendisine Hırvat Rüstem Paşa gibi bir de hırslı müttefik buldu. Kızı Mihrimah Sultan'ı, bu kurnaz adamla evlendirdikten ve onu koca devletin sadrazamlığına getirmeyi de başardıktan sonra, Kaynana-Damat-Mihrimah üçlüsü artık, İmparatorluk yönetimini, istedikleri tarzda kurcalamaya başladılar. Ayrıca, belki her ikisinin Türk soyuna ve Osmanlı devletine, şuurdan veya içgüdüden gelme düşmanlıkları da vardı.
Hürrem Sultan, kendisine tutkun olan Kanuni'nin bütün zayıf yanlarını, meyillerini, onu elde tutma yolları biliyor, bunlar üzerine Rüstem Paşa'yla istişare ediyordu. Yok etme, sürgün, kayırma hattâ rüşvet plânlan böylece hazırlanıyordu.
Nitekim Şehzade Mustafa'yı, bizzat sevgili babasının fermanıyla öldürterek yok etme ve Şehzade Selim'e padişahlık yolunu açma ihaneti de böyle hazırlandı. Kanuni'nin de her hükümdar gibi, kendisini sağlığında devirecek olanlara, orduyu kışkırtarak devleti parçalaması ihtimali bulunanlara karşı çekingenliği, kuruntuları vardı. İşle Padişahı bu duygusundan avladılar.
Ömrü savaşlar, fetihler ile geçen şanlı hükümdar, yaşlılık ve hastalıklar dolayısıyla, artık ordusunun başına geçip seferlere çıkmaya pek hevesli değildi. Şehzade Mustafa ise, babasının çok zor vazifeler vererek hükümdarlığa hazırladığı, mükemmel tahsil görmüş, ruhça sağlam, vücutça yakışıklı, tahtta Süleyman'ın ihtişamını liyakatla sürdürecek değerde bir insandı. O zaman 35 yaşlarında olan bu şehzade, önderlik, kumandanlık vasıfları ile bütün askerin, yeniçeriler ve devlet erkânının da gözbebeği bulunuyordu.
İşte baba ile oğlunu arasını açmaya, yaşlı Kanuni'nin bu zaafından ve Mustafa'nın büyük devlete baht yıldızı olma istidadından başladılar. Önce, Şehzade'nin İran Şahı Tahmasb ile gizli temasları bulunduğu, Şah'ın kızını alacağı ve onun yardımıyla Kanuni'yi devireceği hakkında rezilce söylentiler çıkardılar.
Padişah bu laftları: "Hâşâ, Mustafa Han oğlum, bu küstahlıklara kalkışamaz. Böyle uygunsuz işler Şehzademe yakışmaz. Bazı fesatçılar, onun istikbalini kıskandıkları için böyle uydurmalara tevessül ederler" diyerek kesip attı.
İşte bunun üzerine Hürrem ve Rüstem oturup sahte bir belge düzenlediler:
Sözde Padişahın ihtiyarlık dolayısı ile son İran seferine, asker önünde bizzat çıkmak gücünde olmadığı... Yeniçerilerin güçlü ve kudretli Şehzade Mustafa'nın kumandasını arzuladıkları... Buna bütün gücü ile karşı koymak isleyen Rüstem Paşanın ise kellesini istedikleri vs. bu sahte belgede yazılı idi. Belgeyi Padişaha gönderen Rüstem Paşa, binbir dil dökerek, Kanuni'nin askeri tatmin için bizzat sefere çıkmasını rica etmeyi de unutmuyordu.
Kanuni, nihayet bu hilelere kapılarak, kendisine ihanet emeli taşıdığına inandığı oğluna gazap etti. Hem Mustafa'yı ağır şekilde cezalandırmak hem de İran Şahı Tahmasb'a haddini bildirmek için 1553'te İran seferine çıktı. 21 Eylül 1553, Konya Ereğlisi yakınında Aktepe'de konakladı. Oğlu Mustafa da Amasya'dan gelerek, kendisine orada katılacaktı.
Facia işte orada olupbitti. İçinde hiçbir kötülük ve suçluluk hissi bulunmayan Mustafa, babasının elini öpmek sevinciyle gelip Padişah otağı yakınında konakladı. Kendisine ihtiyatlı olmasını hatırlatanlara gülüyor: "Eğer ölmem mukadderse, bu hayatı bana verene iade etmekten daha güzel ne yapabilirim?" diyordu.
Veliahd'ın gelişi büyük heyecan kopardı. Yeniçeri ve serdarlar onu alkışladılar. Duaları ve tezahüratı tebessümlerle karşılayan Mustafa, babasının elini öpmek üzere hemen Otağ-ı Hümayun'a koştu. Hayret! Ortalıkla muhafızlar, merasim kıtaları yoktu. Padişahın çadırını da bomboş bulan Şehzade tam geri dönmek üzre iken... Nereden çıktığı bilinmeyen güçlü kuvvetli yedi dilsiz üzerine çullandılar...
Mustafa, kaçmayı onuruna yediremedi, hem de perişan olacak Osmanlı tahtını, isyanla, kanla lekelenecek evlât bahtını düşündü. Yeniçeriler, bin can ile onu korumaya ve hükümdar yapmaya hazır iken, hiçbir feryat koparmayarak yedi dilsiz ile uzun müddet vuruştu. Nihayet takat yetiremeyip şehit düştü. Güzel nâşı ise, ibreli âlem için, tâ ordugâhın ortasında, bir halı üzerinde teşhir olundu. Sonra da gömülmek üzre, Bursa'ya Muradiye türbelerine gönderildi.
Çok sevilen ve Osmanlı devletinin Kanuni çapında devamı ümidi olan Mustafa'nın böyle sebepsiz ve hileli idamı, asker, erkân ve halk arasında büyük üzüntü ve isyan doğurmuştur. Taşlıcalı Yahya Bey'in yukarıdaki mersiyesi işte asker arasındaki o teessür ve isyanın, ölümsüz şiir halinde ifadesidir.
Taşlıcalı Yahya Bey, sarayda yetiştirildikten sonra, Şehzade Mustafa'nın maiyetine verilmiş Yeniçeri kumandanlarındandır. Şair ve asker olarak bağlı bulunduğu bu şanlı padişah adayına yapılan hile ve zulüm onu çileden çıkarmıştır. Bu şiir onun vefası, devlete bağlılığı ile beraber, medeni cesaretini de gösteren eşsiz bir sanat beratıdır.
Şiirde, Kanuniyi aldatarak eşsiz oğluna karşı bu cinayeti işletenlerin, ayni zamanda Osman Oğullarının (Al-i Osman) şerefine leke sürdükleri belirtilmekte, adaletsizlik ve hileye karşı kükreyen arslanın ıstırabı sezilmektedir.
"Vücuduna sitem-i Rüstem ile erdi zeban" mısraında, facianın rejisörü Rüstem Paşa'nın adı lanetle anılmaktadır. Nitekim Mustafa'nın katli üzerine, askerin zoru ile sadrazamlıktan (Başbakanlık) atılan Rüstem Paşa, daha sonra, ikinci sadrazamlığında, şair Yahya Bey'den intikam almak isteyecektir.
Şimdi bu kudretli Mersiye'yi, incelikleri ile kavramaya çalışalım:
Beyit: "Medet! Medet! bu cihanın yıkıldı bir yânı!" mısraı ölüm karşısında bir çığlık olarak, edebiyatımızda eşsiz bir söyleyiştir. Beytin ikinci mısraında "Ecel celâlileri" (eşkıyası) ifadesi ile hem bu facianın rejisörleri, hem dilsiz cellâtlar yerilmektedir.
Beyit: Şehzadenin, güneşe benzeyen güzel yüzü, son bir kere "tolun halde" görülmüş, sonra bu güzelliğe kıyılmıştır. Bu cinayeti düzenleyenler "al ile" (yaptıkları hile ile) Osmanlı hanedanını dahi vebal (itham, günah) altına koymuşlardır.
Beyit: Tarih karşısında büyük şaşkınlık duyan şair, o kadar büyük adam, muhteşem padişah bildiği Kanuni'yi, aldanışından ötürü kınamakta, böyle bir oyuna gelmesini hayretle karşılamaktadır: Kanuni ki, Ömer-Yaratılışlı, yani adaleti her şeye üstün tutan bir padişah (server) tır. Böyle görülmemiş, işitilmemiş bir "işi" nasıl yapabilir?.
Beyit: İran destanı Şehname'nin baş yiğitleri olan Zâl ve oğlu Rüstem'e işaret eder görünmekle birlikte, bu cinayetin baş tertipçisi olan Hurrem Sultan ve Rüstem Paşa kınanmaktadır. "Bu dönek zaman"ın hilece Zâl'ı, yiğitçe değil fakat kalleşçe Şehzade'nin "arkasını yere getirmiş"tir. "Rüstem'in kötülüğü yüzünden" Mustafa'ya dil ve kılıç (zeban) üşüştürmüşlerdir.
Beyit: Şehzade'nin ölümünden duyulan umumi üzüntü dile getirilmiş ve cenazesinde büyük bir kalabalığın bulunduğu da anlaşılmıştır. "Dem-i memâtı (ölüm günü) Kıyamet gününe benzemiştir.
Beyit: Halkın ıstırap ve ağlayışları kudretli şair lisanı ile söylenmekledir:"Feza ve yeryüzü inilti ve çığlık gürültüleriyle doldu. Genç yaşlı bütün halk, akarsu gibi devamlı ağlamakta."
Beyit: Şehit Mustafa için "insanlığın ruhu" (cân-ı ademiyân) deyimini kullanmakta ve intikam istemektedir: Mademki o yerle bir (hâk ile yeksan) oldu. Fesad eden şeytanın (Rüstem'le Hurrem) diri kalması reva mıdır?
Son beyit: Ulu Tanrı'ya bir intikam ve adalet niyazıdır:"Sabah rüzgârını nasıl yerde koymuyorsan, öylece, bizim ahimizi da yerde koyma" (Yapanların yanına bırakma). Çünkü -bize yapılsa belki zarar yok ama- "Padişahımızın soyuna, nesline hakaret ettiler."
AHMET KABAKLI ( Tercüman, 18 Temmuz 1976)